19 Nisan 2007 Perşembe

rahat uyu tontonum

Tam derse girdim, bir telefon, baktım evden, bir panik açtım. Ağabey hazreti ağlıyor,
"Çabuk gel kardeşim...!"
"Ne oldu?"
"Babam..."
Duymak istiyorum, beyazın üzerinde kapkara bir leke kadar görünür olsun istiyorum.
"Öldü mü?"
"Evet!" Boğazım düğümleniyor. Koridorda kaçacak bir delik arıyorum. Yanaklarım ıslanıyor, önümü göremiyorum.
"Ne olur bunun gerçek olmadığını söyle!" diye bağırıyorum almanca. Sanki halimden anlamıyor kimse kafayı sıyırdığımı... Sanki almanca sorarak gizliyorum kara haberi...

Dersliğe geri dönüp iptal ediyorum dersi, öğrenciler kocaman bakıyor bana. Haberi veriyorum. Bir an önce toparlanıp havaya karışmak istiyorum. Bulut olmuk, buharlaşmak, görünürlükten uzak, cisim değiştirmek...
Sonra annemi arıyorum, bir umut! Fareyi deve yapan kardeş hazretin yine abarttığını duymak istiyorum.
Annem, "Nabzı atmıyor, nefes almıyor. Ambulansı aradım yoldalar" diyor.
Umutlanıyorum. Komada işte, bir anlık bir şey bu, anlayamadılar nabzını, yanılıyorlar.
Sonra teyzemi arıyorum. Sakin kadındır, o hele anlasın durumu.
10 dakika sonra geri arıyor teyzem.
"Ambulansa gerek kalmamış."

Dört bir yana dönüyorum. Dört bir yanda yazıyor işte artık, duvarların üzerinde, masamın üzerinde, kapıda, ellerimde... beyazın üzerinde kapkara bir leke gibi yazıyor...


Kaç saat geçiyor, yollar uzuyor.
Babam hemen yandaki komşu şehirde değil sanki, ülkenin diğer ucuna kaçmış, bitmiyor yol, bitmiyor yanaklarımdan yakan bu acılık, beynim zonkluyor, yüreğim zonkluyor ama hep bir umut, son bir umut...
Şehir görünüyor önümde, nefesim daralıyor, kapkara gerçeğe her adım yanaştıkça geri dönüp kaçasım geliyor.

Giriyorum eve, ev dolu, bir sürü insan. Yüzüme bakıyorlar, bir şeyler söylüyorlar, duymuyorum.
Yatak odasının kapısı açık, yerde pembe bir çarşaf, kabartı.
Kaldırıyorum: babam.

Dişleri yok ağzında, başına bir tülbent bağlanmış, gülümsüyor gözleri kapalı. Öpüyorum, kokluyorum. Babam kokuyor. Sakalını seviyorum. Babamın yumuşacık sakalı.
Upuzun kaşlarını düzeltiyorum.
"Tontonum"
Sarılıyorum.
Başımda sesler, bir şeyler söylüyorlar. Omuzlarımdan tutuyor biri.
"Bırakın sarılayım, bırakın babamı bana."
Sokuluyorum koynuna.
Babam yumuşacık fısıldıyor, tıpkı onu son gördüğüm pazar akşamında olduğu gibi: "Sen benim hem anam hem babamsın."
İçimden kocaman bağırıyorum, kulaklarım acıyor.
"Babaaaaa!"


Gerek varlığıyla, gerek sözüyle yanımda olduğunu hissettiren tüm dostlara teşekkür ederim. Sağolun! İyi ki varsınız.

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Canım,acını paylaşıyor,babacığına rahmet,sizlere de sabır diliyorum.

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Sem dedi ki...

Canımcık, tonton babanı cok sevdim. Resmi büyütup o gülen aydın yüzüne, yumuşacık bembeyaz sakallarına baktım. Bilmiyorum farkındamısınız ama baba-kızın en muhteşem tablolarından birini çizmişsiniz bu karede. İmrendim.

Her ikinizide sonsuz sevgiler.

Adsız dedi ki...

Sevgili Zibi cim, yasadiklarini yaziya dokmene ve bizimle paylasmana cok sevindim...Acini paylasiyoruz arkadasim,...senin adina mutluyum ki babani son bir kez gorebilmis ve bu guzel aniyi fotograflandirabilmissiniz, ne mutlu...Hepimiz seni cok seviyoruz ve yanindayiz...ben her ne kadar uzakta gibi gorunsemde kalbim orda...tum aileye sabir dilerim...

simal dedi ki...

sevgili zibirix!
ne diyebilirim ki "her olum erkendir" biliyorum, hele hele cok sevdiklerimiz ve yakinimizdakiler icinse..ama dayanmaktan baska care yok, sabir diliyorum kendine iyi bakmak zorundasin biliyorsun, sanirim sevgili babanda en cok bunu isterdi..bu siteye onun fotografini atarak olumsuzlestirdin, nede guzel gulumsuyor, tertemiz bir yuzu var..rahat uyusun

Adsız dedi ki...

Gidenlerin haberleri hep fena eder beni. Elim, dilim tutuluverir. Çoğu gidenimden de haber vermediler bana, onlarla aylar sonra vedalaşmışımdır. Gittiğim vedalaşmaları da bir kenardan yaparım, kendimce.

Şimdi Balkan Naci İslimyeli'nin şiiri ile vedaya geldim.

Gelemedim yeğenim beni bağışla. Dayın.

Hatırlar mısın baba, karların
Bir martının karnından ayrılmış tüyler gibi
Salınarak döküldüğü kış akşamlarında
Uykulu çocukluğumu sarıp sarmalayıp da
Kucağında eve taşıdığını...

O gündür,
Ben hep omuzunun üstünden baktım karlara…

Hatırlar mısın baba, Sapanca’da
Bizi büyük sandala doldurup da
Küreklere asıldığını.
Kıyıdan uzaklaştıkça sana yaklaştığımı
Hayran hayran yarattığın güvene baktığımı.

O gündür
Ben senin küreklerinle açıldım hayata…

Hatırlar mısın baba,
Köy enstitülü başöğretmenimizle, Harun Bey’le
Resme çıktığınızı kırlara.
Ben görünürde öbür çocuklarla oynasam da
Aslında yaptığınız resmin içinde dolaştığımı
O peyzajın en gizli yerinden size baktığımı.

O gündür
Ben hep bir resmin içinden baktım hayata…

Hatırlar mısın baba, Bandırma’da
Denize açılıp bizi oturtuğun kayalıklarda
Yaramaz ablam birden suya atlayınca
Ve küçüçük bedeni batmaya başlayınca
Telaşla göz göze gelişimizi,
Dev kulaçlarının uzak umutsuzluğunu
Gözlerindeki ölümcül kederi
Adımı ağır bir sorumlulukla donatan sesini.

O gündür
Ben o kulaçlarla yetiştim hayata…

Hatırlar mısın baba
Kendi çocukluğunu anlatışını bana
Genç ve güzel annenin genç yaşta ölümünü
Susan ut sesini ve kederin
Kocaman evimizi örten kalın sisini
Kabataş Lisesi’nin yatakhanesinde en ıssız saatlerde
Çarşafını yüzüne çekerek ağlayışını
Bu yüzden hem baba hem anne oluşunu

O gün
İçimde büyüttüm yarım çocukluğunu

Hatırlar mısın baba
Bebek’teki öğrenci evime ilk gelişini
Duvardaki büyük boşluğa çektiğim eğik çizgiyi,
O boşluğu anlamlandıran elimi övüşünü
Ve o elim benle oldukça
Her boşluğu yenebileceğimi söyleyişini.

O gündür
Ben hep bir eğik çizgi çektim hayata…

Hatırlar mısın baba
On iki mart darbesinde tutuklandığımda
Adliye koridorunda karşılaşmamızı.
Dayaktan morarmış yüzüme bakışını
Derin acını benden saklayışını
Her şeyin elinden alınmış gibi kalışını
Hatırlar mısın baba.

O gündür
Ve daima sol kolum havada…

Hatırlar mısın baba
Yaptığın resimlerin tümündeki tek resmi:
Yalçın kayalar, soyunmuş ağaç, küçücük bir ev

Ve süreğen bir güz sonu hüznü
O hep özlediğin arınma ve sis
Benim ne kadar içime işlemiş.

O gündür
Yaptığım tek resim oldu bekleyiş…

Hatırlar mısın baba
Serin eylül günlerinde yürüye yürüye
İstanbul’da anılarını dolaştığını
Yıl yıl, gün gün, saat saat
Geçen zaman baktığını
Sahafları, Vefa’yı, Şehzadebaşı’ndaki evi
İçini ve çevresini yeniden doldurarak
Yeniden yaşattığını.

O gündür
Ben sana sarılır gibi sarıldım İstanbul’a…

Sen de bilirsin baba
Her baba olduğundan çok büyük görünür bir çocuğa
Sen de öyle göründün o zamanlar bana
Ama “insan” boyutunu her hatırladığımda
Daha da büyüyeceksin anılarımda
Daha da…

Adsız dedi ki...

buradan, babasını 16 nisan da kaybeden Balkan Naci'ye de başı sağolsun diyorum.